9 Mayıs 2011 Pazartesi

Laduree

      Laduree Paris'in en eski çay salonlarındandır.Makaronları ve kendine has dekorasyonuyla Laduree artık dünyaca ünlü bir klasik.Laduree 1862'den bu yana bir çok ülkede yer açmıştır.Bebek'te de yeri bulunan bu marka dünyanın en güzel makaronlarını yapıyor.Her yeni mevsim,yeni makaronlar ve yeni tatlara yol açıyor.Elmalı ve kirazlı 2010 için özel olarak üretildi. Çikolatalı, vanilyalı, kahveli, frambuazlı, fıstıklı, limonlu, yaban mersinli, portakal çiçekli, karamelli makaronları ise Laduree’de her zaman bulabilirsiniz. Yaz aylarında hindistan cevizli, naneli, bademli, kış aylarında ise pralinli, hurmalı ve incirli bulabilmek mümkün.Aynı zamanda özel günler için özel koleksiyon çikolata ve makaronları sevdiklerinizi mutlu etmek için alabilirsiniz.



Sezon Makaronları

3 Mayıs 2011 Salı

Şarkını Söylediğin Zaman

   

     “Şarkını Söylediğin Zaman”  İnci Aral tarafından yazılmış, 2011 yılında Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından çıkartılmıştır. Yazarın, altı öykü kitabı, altı romanı yayımlanmıştır. İnci Aral, 1992 yılında Ölü Erkek Kuşlar adlı romanı ile Yunus Nadi Ödülü’nü kazandı, 2002 yılında yayınlanan romanı "Mor" ile de Orhan Kemal Roman Armağanı'nı aldı.1994'te yayımladığı Yeni Yalan Zamanlar 2002'de yayımlanan Mor ve 2007'de yayımlanan Safran Sarı romanını ‘Yeni Yalan Zamanlar’ başlıklı bir üçleme haline getirdi.
        Bugüne kadar birçok başarıya imza atan yazar son romanında klasik olayların aksine romanı, alışılmış bir aşk hikâyesi şeklinde başlatıp şaşırtıcı bir sonla bitirmiştir. Yazarın üslubu abartıdan uzak, yalındır. Okumakta güçlük çekilecek kelimelerden uzak durulmuştur, hikâye akıcı bir şekilde anlatılmıştır.
      Romanda beni en çok etkileyen ve aslında kitabı özetleyen şu sözlerle başlamak istiyorum: "Bende anlayamadığın nedir biliyor musun?" "Neymiş?" "Nazım'ın dediği gibi: 'Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum. Kendi şarkımı.' Ama yapamam biliyorum, çünkü o şarkı içimde kuruyup kaldı. Beni öldüren bu işte." "Şarkılar bitmez, yeni şarkılar filizlenip doğar her zaman..."Bu roman, Deniz ile Cihan'ın hüzünlü şarkısını anlatıyor. İsyankâr bir ailenin kızı olan Deniz ve taşradan gelmiş Cihan 70’l yılların sonunda ortak tutkuları olan müzik sayesinde bir araya gelirler. Aralarındaki bu güzel ilişki zamanla tutkulu bi aşka dönüşür fakat Deniz’in devrimci düşleri ve gelişen talihsiz olaylar onları birbirinden ayırır. Tam 30 yıl sonra bu tutkulu aşkın izdüşümü iki insana yansır: Biri artık orta yaşlarında olan,başından evlilikle geçmiş,bir çocuk babası olan Cihan,diğeriyse ona hem çok yabancı hem de son derece tanıdık gelen Ayşe Devrim’dir.Cihan,nedenini bilmediği bir şekilde Ayşe’yi sanki yıllardır yaşanmış ve yarım kalmış bir aşkın devamı gibi görür ve onu sanki çok eskiden beri tanıyormuş hissine kapılır,fakat bu duruma bir türlü anlam veremez.Ayşe Devrim adeta Deniz’in bir yansıması gibidir.Cihan zamanla Deniz’le yaşadığı yarım kalan aşkı sanki Ayşe ile devam ettirir fakat Ayşe de O’nu Deniz kadar çok etkilemektedir.Bu tutkulu aşkın yanı sıra 70’li yıllarda yaşanan  korkutucu olaylar ve o dönemde yaşayan gençlerin sorunları,duygularına da  büyük yer verilmiştir.Kitabın başlarında klasik aşk hikayesi gibi giden hikayeyi okudukça Cihan’ın bulduğu ipuçları sayesinde insan kitabı soluksuz okuyor ve elinden düşüremiyor.Bugüne kadar okuduğum kitaplardan çok daha faklı bir kurguya sahip olan bu roman resmen insanı içine çekip o dönemlere götürüyor.Betimlemeler o kadar gerçekçi tasvir edilmiş ki insanın  zihninde direk anlatılmak istenen görüntü canlanıyor.Cihan’ın zamanla bulduğu ipuçları sayesinde ortaya çıkan gerçek insanı adeta şoka sokuyor.Kitabın sonlarına yaklaşırken Deniz ve Ayşe arasındaki benzerliğin nedeni ortaya çıkıyor.
       Zorluklarla doludizgin 70’li yıllarda yaşanan ve günümüze uzayan geçmişte yaşanan ve yarım kalan aşkın bağlantısı niteliğindeki bu aşk hikâyesi müzikle birleşerek insana keyif veriyor. Bu kitap, insanı soluksuz bir aşkın içinde büyülerken bir yandan da zamanın zor şartlarını ve ülkemizde yaşanan o zorlu dönemi iliklerimize kadar tekrar yaşatıyor. Müthiş kurgulanmış bu romanın sonunda nasıl bir gelişme olduğunu görmek için mutlaka bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.
      

1 Mayıs 2011 Pazar

Emporio Armani Caffe

       Geçtiğimiz cumartesi geciken bahar ilk kez göz kırptı.Özlediğimiz bu bahar havasını görünce insanlar kendilerini açık havaya attılar bu gruba bende dahil olup İstinye Park'gittim.Biraz alışveriş merkezinde ne var ne yok diye baktıktan sonra açık alana çıkıp Emporio Armani Caffe'yi denemek istedim.O kadar kalabalıktı ki bahçe kısmında iki kişi olmamıza rağmen yer bulamadık ve sonunda terasa çıkmaya karar verdik.Terasta oturup yukardan açık alandaki restaurantlarda oturan insanları ve büyük markalardan kocaman torbalarla çıkan insanları incelemek keyif vericiydi.Mekanın dekorasyonu,hitap ettiği kesim ve hizmete 10 üzerinden 10 verdim diyebilirim.Fakat büyük bir kusur olarak gördüğüm bir nokta vardı.Oturduğumuz masanın sanırım bir kolu kırıktı ya da bi dengesizlik vardı.Öyle bir cafede olmaması gereken bir görüntüydü,kısacası hiç rahat edemedik.Sonuç olarak burayı anlatmamın ve bu masa detayına yer vermemin nedeni isme aldanmamak gerektiği oldu.Çok lüks bir marka olan şirketin cafesinde olmaması gereken bir durumdu.Yinede soluklanmak isteyenlerin gidip bir  frappesini denemelerini tavsiye ederim=)